UNDP NEDİR ?
Merkezi New
York’ta bulunan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, üye ülkelerdeki gönüllü
katılımcılardan oluşan Birleşmiş Milletlerin bir alt kuruluşudur. Kurumun 166
ülkede, yerel hükümetlerle birlikte çalışarak kalkınmaya destek olan ofisleri
bulunur. UNDP aynı zamanda, uluslararası düzeyde yaptığı çalışmalar ile Binyıl
Kalkınma Hedefleri’ne ulaşmaları yolunda ülkelere yardımcı olur. UNDP, uzman
görüşleri, eğitimler ve destek fonları sunarak özellikle az gelişmiş ülkelere
destek olur. UNDP, Binyıl Kalkınma Hedefleri’ne ulaşmak ve küresel kalkınmayı
desteklemek için yoksulluğun azaltılması, demokratik yönetişim, enerji ve
çevre, sosyal kalkınma, kriz önleme ve atlatma konuları üzerinde çalışır. Aynı
zamanda, insan haklarının korunmasını ve kadının güçlendirilmesini de
destekler. Tüm bu çalışmaları ve projelerinin yanı sıra, Birleşmiş Milletler
İnsani Gelişme Raporu ofisi de, her yıl kalkınma sürecini değerlendiren ‘İnsani
Gelişme Raporu’nu yayınlar.
Bu küresel
rapora ek olarak, bölgesel, ulusal ve bölgesel İnsani Gelişme Raporları da
yayınlanır. İlk raporunu 1990 yılında yayınlamış olan kuruluşun son raporu 14
Aralık 2015 tarihinde yayınlanmıştır. Bizde bu son yayınlanan rapor üzerinde
duracağız. Ayrıca bu raporda yer alan sonuçların sebepleri üzerine genel
değerlendirmelerde ve eleştirilerde bulunacağız
TÜRKİYE’DE UNDP
Ülkemizde UNDP’nin
yapmış olduğu çalışmalar 3 temel alanda ilerleme kaydetmek için yapılmaktadır. Kapsayıcı
ve sürdürülebilir büyüme, kapsayıcı ve demokratik yönetişim ve iklim
değişikliği ve çevre. Bu temel alanlara ek olarak, UNDP, politika ve
projelerde, kadınların, özel sektörün, kapasite geliştirilmesinin ve Bilişim ve
İletişim Teknolojilerinin rolüne büyük önem veriyor. UNDP, bu alanlarda
ilerleme kaydedilebilmesi ve Türkiye'nin kalkınmasına katkıda bulunabilmek
için, hükümet, yerel yönetimler, sivil toplum, üniversiteler ve özel sektörle
ortaklıklar kuruyor. Hedef olarak insanlara bilgi, deneyim ve daha iyi bir
yaşam kurmaları için kaynak ulaştıran ve değişimi savunan bir kuruluş 177 ülke
ve bölgede, çeşitli ortakları ile birlikte, toplumlara kendi buldukları
çözümlerde yardımcı olarak, onların ulusal ve küresel kalkınma çabalarına
destek veriyor.
İNSANİ GELİŞME İÇİN ÇALIŞMA
Yukarıda değindiğimiz gibi 1990 yılında yayınlanan ilk küresel İnsani Gelişme
Raporu’ndan bu yana pek çok ülke insani gelişme konusunda büyük ilerleme
kaydetti. Son yayınlanan 2015 yılı raporu İnsani Gelişme İçin Çalışma başlığı
ile yayınlandı ve bu başlığa uygun bir kapak modeli kullanıldı. Kapak,
çalışmanın insani gelişmeyi ilerletmek için temel itici güç olduğu mesajını
veriyor. Raporda öncelikli olarak belirtilen durum insani gelişmenin insanların
yaşamlarının zenginliğine odaklanıyor olması. İnsanların ulusların gerçek
zenginlikleri olduğu ve insani gelişmenin insanların seçeneklerinin artırılması
gerektiğine odaklanması oluyor. 25 yıl önce ilk İnsani Gelime Raporu, basit
fakat etki alanı geniş bir kavram olan insani gelişme kavramını ele almıştı.
Dünya çok uzun süredir insanları arka plana atarak maddi zenginlikle
ilgileniyordu. İnsani gelişme çerçevesi içerisinde insani gelişme kavramı,
insan merkezli bir yaklaşımı benimseyerek insan yaşamını ön plana çıkaran
gelişme ihtiyaçlarına odaklanmaya başladı.
Rapor boyunca devam eden insani gelişmişlik için çalışma vurgusu karşısında
ortada duran tartışılmaz bir gerçeğe de değinilmeden edilemiyor. Bu gerçeğin
ismi gelir adaletsizliği. Her ne kadar raporda bahsedildiği şekli ile düşük
insani gelişme şartlarında yaşayan insan sayısı yaklaşık olarak 2 milyar
azalmış olsa da gelir dağılımındaki adaletsizlikler yüzünden insani
yoksunluklar hala yaygın ve insan potansiyelinin büyük bir kısmı kullanılmıyor. İnsani Gelişme, bölgeler ve ülkeler
arasında ve aynı zamanda ülkeler dâhilinde eşit bir dağılım göstermiyor. 2014
yılında Latin Amerika ve Karayipler’in İGE değeri 0,748 iken Arap Devletlerinin
İGE değeri 0,686’ydı. Ayrıca anne ölüm oranları Güney Asya’da her 100.000 canlı
doğumda 183 iken Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ülkelerinde
yalnızca 21’di. Bu aynı zamanda OECD’in bir başarısını ortaya koyması açısından
dikkate değer bir konudur. Ancak bu başarı potansiyeline karşın hala dünya
çapında her saat 5 yaş altı 11 çocuk ve 33 anne hayatını kaybediyor. Raporda
dikkat çeken en önemli konu ise sıklıkla çalışmanın insani gelişmeyi ilerletmek
için temel şart olduğu vurgulanırken raporun devamında çalışma ve sosyal
gelişme arasında doğrudan bir bağlantı bulunmadığı vurgulanıyor. Bu durum
çalışmanın insani gelişmeyi ilerletebileceği gibi insani gelişmeye zarar da
verebileceğini ortaya koyuyor. Bu durum ise raporda şu şekilde açıklanıyor; Çalışma ve insani gelişme arasında
doğrudan bir bağlantı yoktur. İnsani gelişme, çalışmanın kalitesine, çalışma
koşullarına, çalışmanın toplumsal değerine ve benzeri unsurlara bağlıdır.
İnsanların bir işe sahip olup olmadıkları önemli olduğu gibi, başka önemli
konular da vardır. Örneğin: İş güvenli mi? İnsanlar işlerinden memnunlar mı?
İlerleme olanakları mevcut mu? İstihdam esnek bir çalışma yaşam dengesini
destekliyor mu? Kadınlara ve erkeklere eşit fırsatlar sunuluyor mu? Çalışmanın
kalitesi, aynı zamanda sahip olunan işin bir saygınlık ve onur duygusu
kazandırıp kazandırmamasını, katılımı ve etkileşimi kolaylaştırıp
kolaylaştırmamasını da kapsar. Çalışmayla insani gelişme arasındaki bağlantıyı
güçlendirmek için çalışmanın çevresel sürdürülebilirliği de geliştirir
nitelikte olması gerekir. Çalışma, kişisel yararların ötesine geçerek yoksulluk
ve eşitsizliğin azaltılması, sosyal bütünlük, kültür ve medeniyet gibi ortak
toplumsal amaçlara katkıda bulunduğunda insani gelişmeyle bağlantısını
güçlendirir.
Raporda bu konuda dikkate değer en önemli ayrıntı ise dünyada yaklaşık 168
milyon çocuk işçi ve 21 milyon zorla çalıştırılan insanın var olduğu
gerçeği. Çalışma ortamlarındaki teknolojik gelişim yapılan işleri ve
yapılış biçimlerini de köklü bir şekilde değiştiriyor. Yine rapora göre
çalışmanın küreselleşmesi bazı insanlara getiriler sağlarken, bazıları
açısından kayıplara yol açıyor. İnsanlar tarafından yapılan işler ve bu işlerin
icra edilme biçimleri yeni teknolojilerle dönüşüyor. Bu değişim yeni değil,
fakat çalışma ve insani gelişme arasındaki bağlantıyı ve insanlar açısından
olumlu sonuçlar yaratmak için gereken politikalar ve kurumları yeniden
şekillendiriyor
Raporun ilerleyen bölümlerinde değinilen en önemli konu kadınların iş hayatına
katılımı konusu oluyor. Öncelikle raporda değinilen araştırma sonuçlarına göre
her ne kadar geçmiş dönemlere oranla kadınların iş hayatına etkin katılımı
önemli bir düzeyde artmış bulunmakla birlikte yaşadıkları sıkıntılar ve
cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle uğradıkları haksızlıklar artış göstermekte. Çalışma dünyasında—ister ücretsiz bakım işleri ister
ücretli işler olsun—cinsiyetler arasında yerel değerleri, toplumsal gelenekleri
ve tarihi cinsiyet rollerini yansıtan belirgin dengesizlikler varlığını
sürdürüyor. Bakım işleri, aile üyeleri için yemek pişirme, evi temizleme, su ve
yakıt getirmenin yanı sıra hem kısa hem de uzun vadede çocukların, yaşlıların
ve hasta olan aile üyelerinin bakımını üstlenmeyi de içeren ev işlerini
kapsıyor. Her bölgedeki pek çok ülkede kadınlar erkeklerden daha çok
çalışıyorlar. Hesaplara göre kadınlar küresel çalışmaya %52, erkekler ise %48
oranında katkıda bulunuyorlar.
Ancak bu
duruma karşılık kadınların geri planda kalmaları ve cinsiyet ayrımcılığından
zarar görmeleri konusu araştırması gereken önemli bir sosyolojik problem olarak
ortaya çıkmaktadır.
Çalışma konusunda yapılması gerekenlerin sıkça tekrarlandığı raporda asıl
değinilen en önemli konu ise ‘’sürdürülebilir çalışma’’ oluyor. Bunun önemi ise
raporda şu şekilde öne çıkarılıyor; Sürdürülebilir
çalışma olumsuz yan etkileri ve istenmeyen sonuçları azaltarak ve ortadan
kaldırarak insani gelişmenin ilerlemesine katkıda bulunur. Sürdürülebilir
çalışma yalnızca gezegenin sürdürülebilirliğini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda
gelecek nesiller için de çalışmayı güvence altına alır. Bu tür bir çalışma
ortamının daha yaygın hâle gelmesi için üç paralel değişikliğe ihtiyaç vardır:
• Sonlandırma (bazı çalışma türleri sonlanacak ya da azalacak). • Dönüşüm (bazı
çalışma türleri uyarlanabilir yeni teknolojilere yatırım ve yeniden eğitim ya
da becerilerin artırılması aracılığıyla korunacak). • Yaratma (bazı yeni
çalışma türleri ortaya çıkacak). Ayrıca
yenilenebilir enerjinin sürdürülebilir kalkınmayı ilerletmeye yönelik temel bir
araç vazifesi göreceği sıklıkla vurgulanıyor. Günümüzde başta Avrupa devletleri
olmak üzere gelişmiş ülkelerin yenilenebilir enerjiye yönelmelerinin asıl
sebebinin de sürdürülebilir kalkınma hedefleri açısından bir gereklilik
olduğunu kavramış olmalarından kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır.
Raporda sürdürebilir kalkınma hedefleri için belirlenen 17 hedef vardır bunlar
sırası ile şu şekildedir;
Hedef
1: Yoksulluğun tüm biçimlerinin her yerde ortadan kaldırılması
Hedef
2: Açlığın sona erdirilmesi, gıda güvenliği ve daha iyi
beslenme güvencesinin sağlanması; sürdürülebilir tarımın desteklenmesi
Hedef
3: Sağlıklı yaşamların güvence altına alınması ve her yaşta
esenliğin desteklenmesi
Hedef
4: Kapsayıcı ve eşitlikçi, nitelikli eğitimin güvence altına
alınması ve herkes için yaşam boyu öğrenimin desteklenmesi
Hedef
5: Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve tüm kadınların
ve kız çocuklarının güçlenmesi
Hedef
6: Herkes için suyun ve sıhhi koşulların erişilebilirliği ve
sürdürülebilir yönetiminin güvence altına alınması
Hedef
7: Herkesin uygun fiyatlı, güvenilir, sürdürülebilir ve modern
enerjiye erişiminin güvence altına alınması
Hedef
8: Kesintisiz, kapsayıcı ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin,
tam ve üretken istihdamın ve herkes için insana yakışır işlerin desteklenmesi
Hedef
9: Dayanıklı altyapıların inşası, kapsayıcı ve sürdürülebilir
sanayileşmenin desteklenmesi ve yenilikçiliğin güçlendirilmesi
Hedef
10: Ülkeler içinde ve arasında eşitsizliklerin azaltılması
Hedef
11: Şehirlerin ve insan yerleşimlerinin kapsayıcı, güvenli,
dayanıklı ve sürdürülebilir kılınması
Hedef
12: Sürdürülebilir tüketim ve üretim kalıplarının güvence
altına alınması
Hedef
13: İklim değişikliği ve etkileri ile mücadele konusunda acilen
eyleme geçilmesia
Hedef
14: Sürdürülebilir kalkınma için okyanuslar, denizler ve deniz
kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımı
Hedef
15: Karasal ekosistemlerin sürdürülebilir kullanımının
korunması, geliştirilmesi ve desteklenmesi, ormanların sürdürülebilir yönetimi,
çölleşme ile mücadele, karasal bozulmanın durdurulması ve iyileştirilmesi ve
biyoçeşitlilik kaybının engellenmesi
Hedef
16: Sürdürülebilir kalkınma için barışçıl ve kapsayıcı
toplumların desteklenmesi, herkes için adalete erişimin sağlanması ve her
düzeyde etkili, hesap verebilir ve kapsayıcı kurumların inşası[7]
Hedef
17: Uygulama araçlarının güçlendirilmesi ve sürdürülebilir
kalkınma için küresel ortaklığın canlandırılması
Yukarıda 2015 yılı raporuna kısaca bir göz gezdirdik ve önemli noktalarına
değinerek açıklamalar getirmeye çalıştık şimdide bu rapora farklı bir bakış
açısı ile yaklaşmaya çalışacağız ve raporda bahsedilen toplumsal-küresel
sorunlar üzerinden yola çıkarak bu sorunların sebeplerini ortaya koymaya
çalışacağız
UNDP 2015 RAPORUNA ACEMOĞLU VE ROBİNSON PENCERESİNDEN BAKMAK
Dünyaca
ünlü ekonomi profesörleri Daron Acemoğlu ve James Robinson’un 2012 yılında
yayınlamış oldukları Ulusların Düşüşü isimli kitapları dünyada oldukça
yankı getirdi. Kitap genel anlamda tek bir soruya cevap vermek için kaleme
alınmış bir eser olmasına karşılık birden fazla soruna da açıklık getirmiştir.
Yazarların cevaplamaya çalıştıkları soru şudur; ‘’Neden bazı ülkeler zenginken
bazıları yoksuldur?’’ Acemoğlu ve Robinson yapmış oldukları sosyolojik ve
tarihsel araştırmalar sonucunda ortaya bir teori atmışlardır. Bu teoriye göre
kurumları ‘’Sömürücü-Dışlayıcı Kurumlar ve Kapsayıcı Kurumlar’’ olarak ikiye
ayırmışlardır. ‘’Ülkeler,
ilerleme yanlısı politik kurumları doğru düzgün oluşturabildiklerinde
yükselirler; o kurumlar kemikleştiği veya uyum sağlayamadığı zaman ise
başarısız olurlar. Güç sahipleri her zaman her yerde hükümetler üzerinde
kontrol kazanma peşindedir. Kendi hırsları uğruna toplumsal kalkınmayı
baltalamaktan geri durmazlar. Ya bu kişileri çoğulcu, katılımcı, kapsayıcı
kurumlara sahip olan etkin bir demokrasiyle denetlersiniz ya da ulusunuzun
çöküşünü seyredersiniz.’’
Bu teoriden yola çıkarak UNDP 2015 raporunu değerlendirecek olursak çok
sağlıklı sonuçlar almamız olanaklı olacaktır. Öncelikle raporda bahsedilen
gelir adaletsizliği, kadınların iş hayatına katılım oranının erkeklerden daha
fazla olmasına karşılık toplumsal statü ve katılım konusunda geri planda
olması, çocuk işçi ve zoraki işçilik konusunda yaşanan artışlar
sömürücü-dışlayıcı ekonomik kurumların sorumlu olduğu bir sorun olduğu
ortadadır. Nitekim makalemizin ilk sayfalarında da belirttiğimiz üzere
Birleşmiş Milletler Kalkınma Raporu 3. Sınıf ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler
üzerine çalışmalarını yürütmektedir. Dünyadaki gelişim endekslerine
baktığımızda gelişmişliğin ve modernizmin öncülüğünü genel anlamda batı adını
verdiğimiz Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri yapmaktadır. Bunlar
dışında kalan ve isimlerine gelişmekte olan ya da geri kalmış dediğimiz
ülkelerin büyük çoğunluğu doğu adını verdiğimiz ülkelerden oluşmaktadır (doğu
kapsamının içerisine Afrika kıtasını, özellikle kuzey Afrika ülkelerini de
katıyoruz). Çin benzeri bazı ülkeleri bunun dışında tutmamız gerektiğini de
özellikle belirtmemize karşılık gelir dengesizliği ve sürdürülebilir istihdam
konularında Çin oldukça kötü bir sicile sahip. Güney Amerika ülkeleri ve doğu
ülkelerinin raporda bahsedilen şekilde bu sorunlarda ilk sıralarda yer alması
bu ülkelerde kapsayıcı ekonomik kurumların yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.
Diğer taraftan bu sorunların en az olarak göründüğü batı ülkelerinde ve Amerika
Birleşik Devletleri’nde kapsayıcı kurumların güçlülüğü tartışmasız bir
gerçektir. Ayrıca ikincil olarak doğu toplumlarında sivil toplumun güçsüzlüğü
ve biat kültürünün baskınlığı bu sorunlara karşı toplumsal bir tepkinin
verilmemesinin en büyük nedenleri arasındadır. Ayrıca Avrupa’nın günümüze gelen
süreçte gelişiminin temellerinin oluşmasını sağlayan burjuva sınıfı olmuştur.
Günümüzde Avrupa’da hala güçlü bir şekilde varlıklarını sürdüren bu aristokrasi
sınıfının geri kalmış ülkelerde olmaması bu durumun başlıca sebeplerinden bir
tanesidir. Sonuç olarak küresel eğilimlerin olumlu olduğu ve ilerlemenin
sürmesine karşılık, toplumsal refah için sürdürülebilir çalışma imkânının
olmasının gerekliliğinin vurgulandığı raporda eksik olan tek şey sürdürülebilir
çalışmayı sağlayacak olan ekonomik kurumların nasıl şekillendirileceği ve bu
kurumların herhangi bir sömürücü-dışlayıcı kuruma dönüşmemesi için nasıl
denetleneceğidir. Raporda eleştirilecek bir diğer gerçek ise ortaya çıkan
araştırma sonuçlarının her ülkede farklı olarak ortaya çıkmış olmasına karşılık
çözümü ve sunuluşu bakımından hiçbir sınıflandırma ve tasnife gerek duyulmadan
açıklanıyor olmasıdır. Toplumlar ve ülkeler arası sosyo-kültürel farklılıkların
göz önüne alınarak bir değerlendirme yapılması bu raporun sonuçları açısından
çok daha sağlıklı sonuçlar verecektir.
TÜRKİYENİN UNDP RAPORUNDAKİ YERİ VE RAPORUN ELEŞTİREL YÖNLERİ
Türkiye’nin
Birleşmiş Milletler Kalkınma Raporu (UNDP) sıralamasındaki yeri önceki yıllarda
yayınlanan raporlarda da olduğu gibi ‘’Yüksek İnsani Gelişme’’ kategorisindeki
ülkeler içerisinde 22. Genel insani gelişme sıralamasındaki yeri ise 72.
Sırada. Ancak bu raporda yer alan sıralama durumu insani gelişme açısından bu
kadar geride olmamızı doğru olarak yansıtmamaktadır. Nitekim bu sıralamada yer
alan ülkelerde en önemli olan faktör öncelikle nüfus oranıdır. Makalemizin
yukarıdaki bölümlerinde de değindiğimiz gibi insani gelişme ve nüfus oranı
doğrudan bir bağlantı içerisindedir. Yüksek nüfus oranı dolayısıyla yeterli oranda
sunulamayan hizmetler bu sıralamayı etkilemektedir. Diğer taraftan insani
gelişmeyi etkileyen etken coğrafi şartlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin
listede Türkiye’nin önünde genel sıralamada 59. Yüksek İnsani Gelişme
Sıralamasında 9. Olan Bulgaristan’ın Türkiye’ye oranla çok daha düz bir coğrafi
yapıya sahip oluşu ve bunları ekonomik olarak kullanım konusunda zorluk
yaşamaması insani gelişmeye doğrudan bir yansıma yaratmaktadır. Özellikle bu
coğrafi şartların geri kalmışlık ve kalkınmaya etkisi konusunda Fransız
coğrafyacı Yves Lacoste Sınıf Açısından Az Gelişmişlik ve Coğrafya
Savaşmak İçindir isimli eserlerinde bu konulara detaylı olarak değinmiş ve
dünyada bu konuda ilk görüşleri öne süren kişi olmuştur. Ayrıca ekonomik
gelişmenin her zaman insani gelişmeyi doğrudan etkilemediği de ortadadır.
Nitekim özellikle petrol zengini körfez ülkelerinde ekonomik anlamda bir
ilerleme söz konusu iken insani gelişmede durum aynı değildir. Bu sorunun ana
sebebini şüphesiz ki yukarıda görüşlerine yer verdiğimiz Daron Acemoğlu ve
James Robinson’un Kapsayıcı ve Sömürücü Ekonomik kurumlar tezi ile
açıklayabiliriz. Tüm bunların dışında asıl önemli olan konuya değinecek olursak
İnsani Gelişme ve Sürdürülebilir Kalkınmanın başarı ile sürdürülebilmesi için
raporda değinildiği gibi çağa uygun olarak atılacak adımların önemine
değinilmektedir. Bu konuda içinde bulunduğumuz ve adına bilgi çağı denilen
zamanda yapılacak en önemli adım akademik ve bilimsel olarak projeler ortaya
koymakta yatmaktadır. Ancak rapora bakacak olursak petrol zengini Suudi
Arabistan, Katar ve Kuveyt gibi petrol zengini Arap ülkeleri yüksek insani
gelişmişlik kategorisinde yer alırken sanayiye dayalı ekonominin olmaması
sürdürülebilir ekonomi konusunda raporda yer alan görüşlere ters düşmektedir. Avrupa
ülkelerinden farklı olarak ileri düzey bir yüksek öğretim kurumlarından
yoksunluk bu ülkelerin en büyük sorunudur. Uluslararası bilimler yayın
verilerine bakacak olursak İngiltere’nin Oxford Üniversitesinin bir yılda
yayınladığı akademik makale sayısının 17 Arap ülkesinden fazla olması raporda
göz önüne alınarak değinilmeyen konular arasında yer alıyor. Avrupa’dan farklı
olarak mezhepsel bağların kuvvetli olduğu ve sıcak çatışma bölgelerine
yakınlığı bulunan birçok ülkenin bu sorunların uzağında olan başlıca Avrupa
gibi ülkeler ile kıyaslanması raporun bir diğer tezat yönünü oluşturmaktadır.
Buna bir örnek verecek olursak örneğin komşumuz İran’da 1979 yılında meydana
gelen İslam devrimi ile birlikte Türkiye’nin önünde olan akademik yayın sayısı
devrimden kaynaklı istikrarsızlıktan dolayı Türkiye’nin gerisine düşmüştür. Tüm
bu sorunlar göz önüne alınmadan hazırlanan Birleşmiş Milletler Kalkınma Raporu
(UNDP) kesin doğruluğu olan bir veriyi yansıtmamaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz
etkenlerin göz önüne alınarak hazırlanacağı bir raporun çok daha sağlıklı ve
güvenilir veriler sağlayacağı ortadadır.
Yorumlar
Yorum Gönder