ATATÜRK'ÜN DIŞ TÜRKLER POLİTİKASI VE MOLDOVA TOPRAKLARINDA BİR EĞİTİMCİ; ALİ NİYAZİ KANTARELLİ

Ukrayna’nın Moldova sınırındaki Bolgrad kasabasının Ortodoks mezarlığında olan bir Türk’ün yattığını biliyor muydunuz? Dahası bu Türk’ün büyük bir eğitimci olduğunu? Üzerini otlar bürümüş mezarını hangi Gagavuz’a sorsanız tek bir cevap alırsınız; ‘Burada Kemal’in üüredicisi (öğretmeni) yatıyor!..’. Kendi vatanından yüzlerce kilometre uzakta yatan bu öğretmenin ismi Ali Niyazi KANTARELLİ. Yaşamını kendi doğduğu topraklardan çok uzaklarda noktalamasının sebebini ise Atatürk’te ve onun Gagavuz politikasında aramak gerekiyor. Dr. Necip HABLEMİTOĞLU’nun dediği gibi; Atatürk’ün Türkiye’nin çıkarlarını her şeyin üstünde tutan, sınırları belli olmayan Turancılık gibi ham hayalleri reddeden, akılcı, gerçekçi, bilimsel politikalar üretmesi gerçeğine tipik bir örnek olarak, Gagavuzlara (Gök oğuzlara) yaklaşımını gösterebiliriz.[1]
Atatürk’ün dış Türkler için aklında olan temel politika onların bulundukları topraklarda ulusal kimliklerini, dillerini ve kültürel özelliklerini koruyarak varlıklarını sürdürmeleri üzerinedir. Bu temel politikanın en somut örneklerine Lozan Barış Konferansı tutanaklarında bile rastlarız[2]. Ayrıca bu anlaşmaya ek olan ‘’Mübadele Protokolü’’nde de olduğu gibi İstanbul’daki Rumlara karşılık yaklaşık üç kat daha fazla nüfusa sahip Batı Trakya’daki Türklerin bulundukları yerde kalmaları için çok büyük bir çaba göstermiştir[3]. Gagavuz Türkleri için en büyük çabayı gösteren bir diğer kişi Hamdullah Suphi TANRIÖVER’dir. Başkanlığını yaptığı Türk Ocakları’nın kapanmasının ardından kendisine Belgrat, Bükreş ve Kahire elçilikleri teklif edilen Hamdullah Suphi TANRIÖVER, tam 13 yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti’ni başarı ile temsil edeceği Bükreş’i tercih etmiştir. Birinci sınıf orta elçi olarak göreve başlamasından 8 yıl sonra 28.6.1939 tarihinde büyükelçiliğe terfi eden TANRIÖVER’in anılarını kaleme alan Mustafa BAYDAR’a göre onun bu tercihinde Romanya’da yaşayan Müslüman ve Hıristiyan Türklerin varlığının ve onlara hizmet etme isteğinin etkisi vardır.[4] Romanya’da yaşayan Müslüman Türk toplumu dışında Gagavuz Türkleriyle de yakından ilgilenen Hamdullah Suphi, Bükreş’te bulunduğu sürece Gagavuzların yaşadığı yerleri dolaşarak Hıristiyan Türk topluluğunun içinde bulunduğu duruma yönelik tespitlerde bulunmuş ve bu tespitler doğrultusunda Romen hükümeti nezdinde girişimlerde bulunmuştur.[5] Bu girişimlerinin sonucunda birçok Gagavuz kasaba ve köyünde Türkçe öğretim yapan okul açılmış, öğretmen tayin edilmiş ve Türkiye’den kitaplar getirtilmiştir. Ali Niyazi KANTARELLİ’ de Atatürk’ün bu okullarda öğretmenlik yapması için gönderdiği 80 öğretmenden bir tanesidir. Sadece okullar açıp öğretmen gönderilmekle kalınmamış Orta Asya’dan, Kırım’dan, Buhara’dan olduğu gibi Gagavuzya’dan da 200’den fazla öğrenci eğitim görmek için Türkiye’ye getirtilmiştir. Gelen öğrencilerin bir kısmı geri dönmek yerine Türkiye’de kalmayı tercih etmiştir. Bu öğrenciler arasında, Ege Üniversitesi’nde Rektör Yardımcılığı yapmış emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Emin Mutaf (Georgi Mutaf), Prof. Dr. Özdemir ÇOBANOĞLU (Vasili Çoban) gibi çok sayıda Gagavuz Türk’ü bulunmaktadır. Gagavuzya’ya giden bu öğretmenlerin öğrencilerinden olup da hayatta olan yaşlı Gagavuzların ifadelerine göre, bu öğretmenler Romence ve Rusçada bilmektedirler. İkinci Dünya Savaşı’nın başlarına kadar bölgede görev yapan öğretmenler savaşla birlikte Türkiye’ye dönerken, bazıları ‘’görevleri henüz bitmediği’’ gerekçesiyle eğitim hizmetine devam etmişlerdir. Ancak, Sovyet işgali ile öğretmenlerin tamamı ‘’Türk Casusu’’ olmakla suçlanarak 25 yıl ağır hapis cezasına çarptırılmışlar ve Sibirya’daki toplama kamplarına gönderilmişlerdir. Stalin’in ölümünden sonra yerine gelen Kruşçev tarafından çıkartılan aftan yararlanarak serbest kalan bu öğretmenlerden geriye dönen ise sadece Ali Niyazi KANTARELLİ olmuştur. Yine Necip HABLEMİTOĞLU’nun dediği gibi; Ölünceye kadar ‘’Kemal’’in yani Mustafa Kemal ATATÜRK’ün öğretmeni olmayı sürdürmüş; çevresindekilere Türkçe öğretmiş; Türklük bilinci aşılamış… Üç çocuğuyla dul kalan bir Gagavuz kadınıyla evlenmiş; onları her Pazar kiliseye götürdükten sonra evine dönüp Müslümanlığın gereklerini yerine getirmiş. Onu büyük bir saygı ve sevgi ile anan öğrencisi hayattaki en büyük Gagavuz eğitimcisi, yazarı ve halk kültürü uzmanı olan Nikolay BABAOĞLU ilkokul öğretmeni olan KANTARELLİ’yi anılarında Gagavuz Türkçesi ile aşağıdaki gibi anlatıyor;    …Girdi içeri eni öğretmen, biz hepsimiz askerde gibi kalktık ayaa, beklerdik hergünkü alışılmış selamı "Buna ziua", amma işittik eni selamı o dedi Günaydın. Biz bilmezdik nasıl cevap edelim, ama o başladı bizimlen çok annaşılmış evdeki dilimizde konuşmaa: Çocuklarım, dedi o, eter ayakca durdunuz, oturunuz, aramızda sevinmelikten mi yoksa şaşmaktan mı bir gülüş koptu. Öğretmen devam etti gülmeyin dedi ben size türkçe selam verdim "Günaydın". Ben de Nikolay Babaoğlu sayılırdım sınıfımızda en açıkgözü hiç utanmadaan sordum:
  -Ama biz bilmeriz nasıl selamınıza cevap verelim:
   -Siz de deyin "Günaydın" da hemen oturun. Hade eniden tekrar edelim bunu. Kalkınız, ben deyecem Günaydın siz de cevap ediniz. Kalktık:
   -Günaydın, çocuklar. Biz de:
   -Günaydın!
- Bana deyeceniz "Bay öğretmen" bunu o yazdı tebeşirlen taftamıza, biz de yazdık tefterimize. Sonra söyledi ki o bizim türk dili öğretmenimiz, sordu bizim sıraylan isimlerimiz, taa sora taftaya yazdı Türk dilin alfabesini o pek az ayırılırdı romen alfabesinden. Ö, ü kelemelerin altını çizdik. Öğretmen dedi ki bir aftadan sonra türkçe kitaplar gelecek de başlayacaaz Türkçe okumaa. Ama bu ilk dersimizde sadece konuştuk. Bay öğretmen söyledi ki kitaplarımız türkiye memleketinden demir yoluyca gelecekler, ki bu kitapları bize Türkiye prezidenti Kemal paşa Atatürk hediye göndermiş. Taa sora o gösterdi haritada nerede Türkiye bulunuyor, anlattı ki orada insanlar hepsi bizimce Türkçe konuşuyorlar. Bize öğretmenimizin her bir sözü çok meraklı gelirdi. Düşünürdük acaba nasıl öle bir bütün memleket sadece Türkçe konuşuyor...
Evde annelerimize-babalarımıza doyamazdık anlatmaa nasıl gözel Türkçe derslerimiz oluyor.
Geçti taa bir-iki afta Taraklı demir yol garından kitaplarımız geldi. Üçüncü sınıfta herkezimize ikişer kitap parasız verildi, birinin adıydı "Mini mini Okumak Kitabı". Onu ben şimdi de artık oldum 65 yaşında ama hep arşivimde anmak için tutuyorum. Kitaplarımızı almak günümüz bizim bütün okulumuz için bir büyük bayram günü oldu. Teneffuslarda sadece Türkçe kitaplarımızı aktarıp bakardık. Biri birimize gösterirdik, artık taa onnarı sınıfta öğrenmedeen okurduk hem annardık bu çok meraklıydı, bizim evdeki dilimizde kitaplar yazılıydılar. Romen öğretmenlerimiz domnu Kojan, domnu Balmuş, domnu Gibulet başladıydılar azbucuk kıskanmaa ne öle olduydu da biz bırakmıştık romence kitapları da sadece Türkçeleri aktarıp okurduk. Geçti taa biraz vakıt biz hepten alıştıydık bizim bay öğretmenimize, Türkçe dersler o kadar tez geçerdiler ki etiştiremezdik dadına ermee. Biz salileri hem cumaaları bekleerdik nice Paskaliye yortularını. Yazardık, okurduk, ana dilimizde çok şiirlar ezbere öğrenirdik, masallar okurduk.
Benim babam da eni üüretmenimizlen tanışmıştı babamdan işittiydim ki öğretmenimizin haliz adı Ali Kantarelli'ymiş o yaşardı kiraylan köy başın primarın evinde. Bay öğretmen Türk dilini okuturdu bizim okulumuzda hem de köümüzün ikinci okulunda, o ikinci okulda da dört sınıf vardı.
Bay öğretmen Ali Kantarelli bekardı benim Kıpçak köyümde öğretmenlik etti. 1937-1938-1939 yıllara kadar. Bizim köyde de evlendi.
 Onun hanumun adıydı Talmaç İvanna. Bu insan Kıpçaklıydı. Açan 1940 yıl'da Moldovaya bolşevikleer geldi, başka köylerimizden Türk öğretmenleri etiştirip gittileer. Türkiye'ye, ama benim öğretmenim Ali bey kaldı Moldovada bak aylesi vardı Kıpçakta. Da nasıl o zamanlar Sovyetlerde geçeerdi hepsini suçlu yapmak, Ali Kantarelliyi de suç buldular çünkü o Moldovada Türk casusuymuş bu üzere hiçbir de suçsuz adamı Stalin apisee kapadı 25 yıla. Ama 15 yıldan çok yattı anista da Stalin geberdiynen kurtuldu geldi, ama Kıpçakta başka yaşamadı diyşildi bir Borcak adında küyee, oradan da sora gitti yaşamaa Bolgrad şehrine. Oradan da işittim ölmüş 1980 yıllarda. Bolgrade şehrinde de bu günee kadar mezarı.[6]          
Eğer bugün Nikolay BABAOĞLU’nun  ukarıdaki anısını okuduğumuzda zorlanmadan anlayabiliyorsak, bir Gagauz Türkü ile tercümansız bir şekilde konuşabiliyorsak, bunu Kemal’in Öğretmenlerine borçluyuz. Onların ulaşamadıkları Komrat ve çevresinde ise bugün anadilini zor konuşan, Ruslaşmak üzere olan Gagauzları gördüğümüzde ise Atatürk’ü bir kez daha büyük bir minnet ve hayranlık ile anmadan edemeyiz. Bizler geleceğin öğretmen adayları olarak her şeyden önce hevesleri olan sıradan bir insan değil, idealleri olan büyük bir eğitimci olmalıyız.
     Tıpkı Ali Niyazi KANTARELLİ gibi…                                         




[1] HABLEMİTOĞLU, Necip (1999), “Kemal’in Öğretmenleri”, Yeni Hayat, Kasım
[2] ŞİMŞİR, N. Bilal (2012), ‘’Lozan Günlüğü’’, Bilgi Yayınevi, Ankara
[3] AKŞİN, Aptülahat (1991), ‘’Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi’’, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara
[4] BAYDAR, Mustafa (1968), ‘’Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Anıları’’, Menteş Kitabevi, İstanbul
[5] ANZERLİOĞLU, Yonca (2006), ‘’Bükreş Büyükelçisi Hamdullah Suphi ve Gagauz Türkleri’’, Bilig, Güz, Sayı; 39
[6] BABAOĞLU, Nikolay (1995), ‘’Anılarım’’ 

Yorumlar